28 Şubat 2009 Cumartesi

NUH NEBİ'DEN BİR KISSA

Nuh Peygamber zamanında insan ömrü 950 yıl civarında imiş. Bir gün Nuh Nebi ashabıyla sohbet ederken onlara "Ahir zamanda evlatlarımızın ömürleri pek kısa olacak!" demiş. O sırada ashabından biri atılmış:
- Ne kadar kısa olacak ey Allah'ın elçisi!
- Kısa olacak işte, pek kısa.
- Ne kadar ya Rasulallah?
- Hemen şöyle 80-90 yıl kadar.
- O kadar mı kısa olacak ey nebi!?..
- İşte o kadar kısa olacak.
Bu sırada köşede konuşulanları dinleyen birisi sormuş:
- Ya Nuh!. Onlar yeryüzünde ev falan da yapacaklar mı?!..


Bu kıssadan çok etkilenmiştim ilk okuduğumda. Hala da öyle. Ne kadar bağlıyız dünyaya!Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Halbuki o kadar ölüm var ki etrafımızda. O kadar ibret alınacak olay var ki. Ama hepimiz "Bu bizim başımıza gelmez." mantığıyla düşünüyoruz. Başa geldiğinde de dehşete kapılıyoruz.
Ölüm düşüncesi her daim insanın aklında olmalı ki kendini ölüme hazırlasın, bu fani dünyaya bağlanıp kalmasın. Hırslarının, tutkularının kısacası nefsinin esiri olmasın.
İnşallah bu dünyadaki kulluk vazifemizi yapmış olarak kavuşuruz Rabbimize. İnşallah gülerek gideriz ölüme.

27 Şubat 2009 Cuma

Diyor ki Fuzûlî:

Bir âşık varmış vaktiyle; muma benzeyen bir âşık... Mum gibi yalnız, mumleyin başında bir ateş. Yanar yakılırmış geceler boyu ve gönül ateşiyle aydınlatmaya çalışırmış hicranın ve hasretin karanlıklarını. Hiç uyumaz, dilinde sevgili adı, göz kapıda, beklermiş durmadan... Gecelerden bir gece, belki bir vuslat gecesi olur da sevgili geliverir diye umutlanır, bu umutla tıpkı mum gibi can ipinden inciler döker ve eteklerinde biriktirirmiş yığın yığın... Ta ki sevgili geldiğinde hazırlıksız yakalanmış olmasın ve yüz görümlüğü olarak ayağına saçacağı incileri bulunsun...

Gül yüzüne bakacak yüz ver bize Taala!... Vuslat için aşk ver bize Allah'ım!
(İskender PALA)


Cumanız hayırlı olsun...

25 Şubat 2009 Çarşamba

KÖYLÜ VE PADİŞAH

Yıldırım Bâyezîd köyleri dolaşıyordu. Köyün birinde çok yaşlı bir adama rastladı. Bu köylü, bahçesine incecik incecik meyve fidanları dikiyordu. Yıldırım Bâyezîd yaşlı köylüye takılmak istedi:

“Baba!” dedi, “Bu fidanlar ne zaman büyüyüp de meyve verecek? Bu meyvelerden yemek sana nasîb olacak mı dersin?”
Köylü: “Hiç sanmıyorum” dedi. “Öyleyse niye kendini yorup duruyorsun?”
Köylü: “Biz atalarımızın diktiği ağaçların yemişini yemiyor muyuz? Torunlarımız da bizim diktiklerimizden yesinler.”
“Âferîn!” dedi padişah ve köylüye bir kese altın verdi.

Köylünün: “Bak sultanım! Gördün mü? Bizim fidanlarımız şimdiden yemiş verdi!” cevabı Yıldırım Bâyezîd’in çok hoşuna gitti. Köylünün sırtını sıvazlayarak bir kese altın daha verdi.
Köylü: “Fidanlar bir senede iki kere de veriyormuş sultanım!” demekten kendini alamadı.

MİSVAK’IN FAYDALARI

- Resûlullâh’ın (asm) mühim bir sünneti yerine gelmiş olur.
- Allah’ın rızâsına vesîledir.
- Ağız temizliğini sağlar.
- Dişleri parlatır, diş çürümelerini ve diş taşlarını önler.
- Diş etlerini kuvvetlendirir, ağız kokusunu giderir.
- Zekâyı artırır.
- Sesi güzelleştirir, konuşmayı kolaylaştırır.
- Göze kuvvet verir.
- Son nefeste kelime-i şehâdeti hatırlattırır.
- İhtiyârlığı geciktirir.
- Mideyi takviye edip, mide hastalıklarını önler.
- Hazmın kolaylaşmasını sağlar.
- Sevabı artırarak ömrü bereketli kılar.

BİR DUÂ


Rabbimiz! İlmimizi ve anlamamızı artır. Bizi sâlih kimselerin arasına kat. Yâ İlâhenâ! Hatalarımızı, câhilliklerimizi, işlerimizdeki israfımızı ve bizden daha iyi bildiğin kusurlarımızı af ve mağfiret eyle.Amin


İŞİ EHLİNE VERMEK LÂZIM!

Azîz Mahmud Hüdâyî Hazretleri zamanında İstanbul’da vebâ salgını oldu. Her gün pek çok insan vebâdan ölüyordu. Her evi üzüntüye boğan bu âfet karşısında halk toplanıp Hüdâyî Hazretlerine başvurdular. Salgından kurtulmak için duâ talep ettiler. Fakat Hüdâyî Hazretleri “Bu gibi hususlara karışmak bize câiz değildir!” buyurduysa da halk duâ için ısrar etti. Onların bu ısrarına dayanamayan o mübârek zat dedi ki: “Karacaahmet Mezarlığı’na gidin, bir servi ağacının gölgesinde sâdece altında hasırı bulunan yaşlı bir kimse oturur. İsmine ‘Hasırpûş Dede’ derler. Onu bulup derdinizi anlatın. Şâyet reddederse, bizim gönderdiğimizi söyleyin!”

Halk sevinç içinde Karacaahmet Mezarlığı’na gitti. Hasırpûş Dede’yi bulup durumu anlattılar. Dede önce kabûl etmedi. Azîz Mahmud Hüdâyî’nin gönderdiğini öğrenince derhâl ayağa kalkarak ellerini açtı ve duâ etti. O günden sonra İstanbul’da vebâ salgınından ölen olmadı.

Allah dostları kendi başlarına, arzularıyla hareket etmezler; murâd-ı İlâhîye tâbi‘dirler. Kendilerine tanınan ma‘nevî selâhiyeti müsâade olunan ölçülerde kullanırlar. Bu sebeble Azîz Mahmud Hüdâyî kendisinin yetkili ve me’zûn olmadığı umûmî bir musîbetin def‘i için duâya yanaşmamış, halkı bu hususlarda izinli olan bir başka büyük velîye, bir kutuba gönderip duâ etmesini ricâ etmiştir.

İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK

Giyim kuşamına özen göstermiş, şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık “iki dirhem bir çekirdek” sözü kullanılır. Bu yakıştırma, ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmadır. Belki biliyorsunuz, bir okka, bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar. Okkanın dört yüzde birine, dirhem adı verilir. (Şimdiki gram ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi hatalıdır.) Dirhem, daha ziyâde hassas terâziler için kullanılan bir ölçüdür. Ancak sarraflar, dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam beş santigram karşılığıdır.
Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını, toplam iki dirhem ve bir çekirdek ağırlığa sâhibdir. Bu durum da süslenmiş kimselere, iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasın da bulunanlar, mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki pek zarif bir nüktedir.

Deyimlerin aslının ne olduğunu merak edenlere İskender Pala'nın İki Dirhem Bir Çekirdek kitabını öneriyorum. İçinde çok hoş deyim hikayeleri var. Keyifle okuyacağınızdan eminim.

HİNTLİLERİN FİL TARİFİ

Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar.
Birisi elini hortumuna geçirdi, "Fil bir oluğa benzer" dedi.
Başka birinin eline kulağı geçti, "Fil yelpazeye benziyor" dedi.
Bir başkası da sırtını ellemişti, "Fil bir taht gibidir" dedi.
Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa, fili ona göre anlatmaya başladı. Onların sözleri, algılamaları yüzünden birbirine aykırı oldu.
Birisi dal dedi, diğeri elif.
Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı.

(Mesnevi'den)

HAZRETİ SÜLEYMAN VE KARINCA

Hazreti Süleyman Aleyhisselâm, bir karıncaya bir sene boyunca ne yiyeceğini sormuştu. Karınca,
- Bir buğday yerim, diye cevap verdi.
O da denemek için bir karıncayı bir kutuya koydu ve kutunun içine de bir tane buğday attı. Bir sene sonra kutuyu açıp baktığında karıncanın, buğdayın sadece yarısını yediğini gördü. Hazreti Süleyman karıncaya,
- Sen, senede bir buğday yemez miydin, diye sorunca karınca şöyle cevap verdi:
-Ya Süleyman! O, rızkımı, her rızkı bol ve cömertçe veren Yüce Allah verirken öyle idi. Ama rızık senin vasıtanla gelince senin ileride ne yapacağını bilemedim. Ya beni unutursan ki sen unutabilirsin. Ama Rabb'im, yarattıklarından hiç kimseyi asla unutmaz. İşte onun için tedbirli davrandım.

(Alıntı "Gencin Yol Rehberi")

PABUCU DAMA ATILMAK

Osmanlı Ahi teşkilatını duymuşsunuzdur. Şimdiki esnaf ve sanatkârlar derneği gibi o zamanın esnaf örgütüdür. İşte Ahiler ayıplı mal satan esnafın pabucunu cümle âlem görsün ve bilsin diye dama atarmış. O pabuç belli bir süre esnafın damında kalır ve esnaf bu şekilde teşhir edilirmiş.

TEBESSÜM

Mevlana Hazretleri, talebelerininbiriyle yürürken, yol kenarında birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görürler.
Yanındaki talebesi:
"Güzel bir kardeşlik örneği" der. "Keşke insanlar da bundan ibret alsa."
Mevlana, tebessüm ederek karşılık verir:
"Aralarına bir kemik atıver de, gör kardeşliklerini."

Kimin dost kimin düşman olduğu anlaşılmıyor, hele de bu devirde. Kendinize en yakın gördüğünüz insan gün geliyor azılı düşmanınız oluyor.
İnsanlara denemeden güvenmemek lazım. Allah iyilerle karşılaştırsın.

TAKVÂ NE DEMEK?

Ebû Hureyre (ra), takvânın ne olduğunu soranlara:

- Siz hiç dikenli yoldan geçtiniz mi? dedi. Onlar da:
- Evet geçtik, dediler. Bunun üzerine:
- O halde oradan geçerken ne yaptınız?, diye sordu. Onlar:
- Dikenlerden sakındık, dediler.
- İşte takvâ da günah ve hatalardan sakınmaktır, cevabını verdi.
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Müptelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat?...

(Şeb-i yeldâyı yani yılın en uzun gecesinin uzunluğunu, kaç saat sürdüğünü vakit veya yıldız ilmiyle uğraşanlara değil; derdi, kederi olana sor.)

23 Şubat 2009 Pazartesi

BİR MISRA

Kem âlât ile kemâlât olmaz.

(Kötü vâsıta ve vesîleler ile mükemmel neticeler elde edilemez.)

Lâ Edrî

HALEP ORADAYSA, ARŞIN BURADA!

Vaktiyle, görgüsüzün biri kısa bir müddet Halep’te kalmış. Yurduna dönünce de yerli yersiz konuşmaya, “Ben Halep’te şöyle yaptım, böyle yaptım” gibi atıp tutmaya başlamış. Öyle ki övünmelerinden halka gınâ gelmiş. Günlerden birinde, köy odasında oturulurken söz cirit oyunundan, uzun atlamadan açılmış. Bizim övünme meraklısı dayanamayıp söze girmiş:

- Ben Halep’te iken on beş arşın atladım.

Sabrı tükenenlerden biri i‘tirâz etmiş:

- Yapma be iki gözüm, on beş arşın atlamak kim; sen kim?
- Canım ne var on beş arşında, atladım işte!

O sırada aralarında bulunan bir marangoz, malzemeleri arasındaki arşını çıkarıp ortaya koymuş:

- Halep oradaysa, arşın burada! Haydi atla da görelim?

O günden sonra palavracı her nerede bir kuru sıkı atsa, halk kendisine “Arşın burda!” demeye başlamış ve bu söz bir deyim olarak yaygınlaşmış. Bugün dahi, geçmişte yaptığı bir şey ile övünen; yahud yapmadığını yapmış gibi söyleyen insanlara, hâl-i hâzır şartlar altında da aynı başarıyı göstermesi arzusunu izhâr için söylenir.

21 Şubat 2009 Cumartesi

BİR HADÎS


Kalplerin Sevgilisi (a.s.m.) şöyle buyurdular:
“Sabahı doğan hiçbir gün ve şafağı kaybolan hiçbir gece yoktur ki, o gün ve o gecede iki melek karşılıklı olarak şu dört sözü konuşmasınlar:
Meleklerden biri: ‘Ne olaydı, şu mahlûkat hiç yaratılmayaydı’ der.
Diğeri: ‘Mâdemki yaratıldı, keşke niçin yaratıldıklarını bilseydiler’ der.
Öbürü: ‘Mâdemki niçin yaratıldıklarını bilemediler, hiç olmazsa bildikleri ile amel etseydiler’ der.
Diğeri: ‘Mâdemki bildikleri ile amel etmediler, keşke yaptıklarına tevbe etseydiler’ der.”

İhyâ-yı Ulumü’d-Din

Makam-ı Mahmud Nedir?

Vesîle duasında geçen Makam-ı Mahmûd tabiri şefaat-i uzma, yani Peygamberimizin (a.s.m.) ümmetine yapacağı en büyük şefaat makamı anlamına gelir. Cenab-ı Hak Resûlüne madem Makam-ı Mahmûd'u vaadetmiştir; elbette vercektir. Nitekim, "Şüphe yok ki Rabbin seni bir Makam-ı Mahmûd'a gönderecektir." âyeti bunu ifade eder.

Peki, vereceği kesin olan böyle bir yüce makamı Allah'tan istememizin sırrı ne olabilir? Makam-ı Mahmûd bir uçtur, daldır, meyvedir. O ucu, dalı, meyveyi taşıyan ağaçta ise birçok hakikatler bulunmaktadır. O mânevi ağaçta Kıyamet var, haşir var, ebedî saadet var, Cennet var. O ucu, dalı, meyveyi isterken aynı zamanda bunları ihtiva eden kökü, gövdeyi ve dalları da istemiş oluyoruz. Fanî dünyanın yerini alacak; acıların, üzüntülerin, yoklukların yok olduğu Cennetin, ebedî saadetin gerçekleşebilmesi için ise bize de elbet bir kısım görevler düşüyor. O da dua ve ibadet.

Evet, biz Peygamberimize (a.s.m.) Makam-ı Mahmûd'un verilmesi için dua ederken aslında kendimiz, kendi mutluluğumuz için dilekte bulunmuş oluyoruz.

KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL

Halk, anlamını kavrayamadığı bazı yabancı kelimelere o kelimenin ses yapısına uygun yakıştırmalar yapar. Bu yakıştırmalar zamanla yaygınlaşır ve aslını unutturup onun yerine geçer. “Kazın ayağı öyle değil!” deyimi de böyledir. Deyimler Sözlüğü’nde bu deyime şöyle bir îzah yapılıyor: “Sen öyle düşünüyorsun ama yanılıyorsun.” İyi de, bu tanımla “kaz ayağı” arasındaki bağlantının mantığı ne? Hiçbir mantığı yok, yalnızca ses benzerliği...

Zamanla “kazın ayağı”na dönüşen ilk yakıştırma “kaz ayağı”dır ki, bunun aslı Arapça “kazâyâ” dır. Kazâyâ “kazıyye”nin çoğuludur. Kazıyye ise iş, konu, problem, dâvâ demektir. Deyimin aslı “Kazâyâ öyle değil!”dir ve “İşin, konunun aslı ya da mesele öyle sizin dediğiniz gibi değil!” demektir.
Gehî vuslatta âşık, gâh mehcûr
Bu dünyadır gehî mâtem, gehî sûr

(Âşık bazen vuslattadır, bazen ayrılıkta... Dünya derler buna; bazen ölüm, bazen düğün(ayrılık olunca ölüm, vuslat olunca düğün)...)

Bakî
İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutur, ama onlara neler hissettirdiğinizi asla unutmaz.

Maya Angelou

20 Şubat 2009 Cuma

Hayatta ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi.

Albert Camus

Edeb

Büyüklerimiz hep "Eline, diline, beline hakim ol" derler. Hatta rahmetli Barış Abimizin "El Salla" şarkısında da geçer bu kelimeler.
Kimseden çalma,
Sözlerini düşünerek söyle,
Kimsenin namusuna el uzatma.

Kısaca "Edebli ol".
Edeb kelimesini de aslında dikkat etmemiz gereken bu üç şeyin baş harfleri oluşturuyormuş:
E("E"line)D("D"iline)eB("B"eline)
Nasıl ki, boş vakit bulunca, telefonla oğlunu, kızını, ahbabını ararsın; Rabbini de her vakit ara.

Gönenli Mehmet Efendi

Kıl Beni Ey Namaz


Kıl Beni Ey Namaz
Çöllerden Topla Hücrelerimi
Rahmetinin Vahasında Ağırla Bu Yitik Kalbi

Kıl Beni Ey Namaz
Secdede Ruhumu Yeniden Fısılda Bana
Şahdamarı Yakınlığından Emzir Bu Puslu Bedeni

Kıl Beni Ey Namaz
Küçülsün Dağlar
Denizler Taşsın
Dağılsın Kalabalıklar
Rüku Rüku Doğrult Eğriliklerimi

Kıl Beni Ey Namaz
İkiye Bölünsün Kalbim
Ortasından Çatlasın Kıblenin Şakağında
Sevginden İşaret Parmağı Değsin Yeter Ki Göğsüme

Kıl Beni Ey Namaz
Topla Sevdalarımı Kırık Aynaların Çatlaklarından
Ömrüme İlikle Sevinçlerimi
Firuze Düşler Düşür Alnımın Şafağına

Kıl Beni Ey Namaz
Tenim İbrahim Gibi Ateşe Düşmüşken
Uzak Tut Nefsimin Nemrudundan Beni
Gül Kokulu Serinlikler Yağdır Yüreğime

Göznurum Ey
Canım Namaz
Kıl Beni Ey
Ömrüm Namaz
Secdene Al Beni De
Gül Değdir Gönlüme
Aşkına Yaz Beni De
Yarim Namaz

Kıl Beni Ey Namaz
Günahın, İsyanın, Nisyanın Kuytusunda Büyüttüğüm
Pişmanlığımın Yüzünü Yerden Kaldır
Utandırma Beni
Al Karanlıklarımı
Gözbebeğinde Yıka

Kıl Beni Ey Namaz
İnsan Kıl Beni
Doğru Kıl
Duru Kıl
Diri Kıl Beni
İnsan Kıl Bu Bedeni

Ah, Alnımı Dayadığım Secdegahıma Kim Serpti Bu İncileri Kim
Kim Bu Dua Hammalı Ellerimin Yüküne Ortak Kim
Ah, Ziyankar-i çarık
Ah, Namütenahim Kavrayışın Yolcusu
Ah, içimde Biriktirdiğim Yalnızlığın Seyrüsefer Gölgesi Ah..

Gitmek, Gidememektir Kendimden
Amentünün Arasatında Bir Tedirginim Ben
Aklımın Köşe Bucak İlticaları Sevgilide Kaldı
Hangi Gaflete Büründü Ki Ellerim
Sızlatıyor Dokunduğu Tenleri Ah..

Haydi Felaha
Haydi Felaha
Haydi Namaza
Haydi Kurtuluşa

Göznurum Ey
Canim Namaz
Kıl Beni Ey Ömrüm Namaz
Secdene Al Beni De
Gül Değdir Gönlüme
Aşkına Yaz Beni De
Yarim Namaz

Senai Demirci





19 Şubat 2009 Perşembe


...Allah-ü Teala yeryüzünü sadef gibi yaratmıştır ki onun içine konan inci, Adem A.S. ve evladıdır. Sonra Allah-ü Teala onların çeşitli ihtiyaçlarını bilmiş ve sanki Adem A.S. ile çocuklarına hitaben şöyle buyurmuştur:

"Ey Adem! Ben seni, anne gibi olan bu topraktan başkasına muhtaç etmeyeceğim. Bak gör ki ey kulum! Sence en kıymetli eşya; altın ve gümüştür. Ben yeri altın ve gümüşten yaratsaydım, bu faydalar ondan elde edilebilir miydi?
Sonra Ben, zindan olan bu dünyada bu kadar nimetler yarattımsa, ya cennetteki hal nice olur? Velhasıl, yer senin annendir, hatta sana annenden daha şefkatlidir. Çünkü annen sana tek çeşit süt içirmekte, toprak ise sana türlü türlü yemekler yedirmektedir. <<
Sizi topraktan yarattık, tekrar ona döndüreceğiz. (Taha / 55) >> kavl-i şerifinin hükmünce Biz sizi annenize iade edeceğiz. Bu ise bir tehdit sayılmaz. Çünkü kişi annesiyle korkutulmaz. Senin annenin karnında durduğun mekanın, toprakta duracağın mezarından daha dardı. Sen annenin karnında 9 ay kaldın da ne açlık ne de susuzluk çektin. Ya büyük annenin karnına girince neden rahatsız olasın?
Fakat bunun şartı; büyük annenin karnına küçük annenin karnında olduğun hal üzere girmendir. Çünkü sen; küçük annenin karnında bulunuyorken büyük günah şöyle dursun, zellen bile yoktu. Bilakis Allah-ü Teala'ya o derece itaatliydin ki seni dünyaya çıkmaya bir defa davet ettiğinde, Rabbine icabeten başınla çıktın.
Bugün ise seni 70 kere namaza çağırıyor da ayağınla bile icabet etmiyorsun!"

[Fahrürrazi, Mefatihu'l-gayb, 2/101]

Ahirette Rabbimizin bu hitabıyla karşı karşıya kalmayacak müminlerden olabilmek temennisiyle...

Hayırlı cumalar...

Bir Vav Hikayesi

Hafız Osman fırtınalı bir günde dolmuş kayıkla Beşiktaş’a geçecektir. Bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı unutmuştur. Kayıkçıya, “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir “vav” yazayım, bunu sahaflara götür karşılığını alırsın” der. Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır.

Bir müddet sonra kayıkçının yolu sahaflar tarafına düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla alınıp satılıyor. Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya. Satıcı yazıyı alır almaz “Hafız Osman vav’ı” diyerek açık artırmaya başlar. Sonuçta iyi bir fiyata “vav”ı satar kayıkçı. Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu “vav” ile kazanmıştır.

Bir gün Hafız Osman yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır. Yol bitmek üzereyken yine ücretler toplanır. Hafız Osman da yol ücretini uzatır kayıkçıya. Kayıkçı “Efendi para istemez, sen bir “vav” yazıver yeter” der. Hafız Osman gülümseyerek der ki; “Efendi o “vav” her zaman yazılmaz.”

Nusret Duası


Ey bütün kötülüklerden, maddi ve manevi bütün ayıplardan münezzeh, pak ve temiz olan Kuddüs! ve ey necis ve kirli şeylerden ve noksan sıfatlardan müberra olan Tahir! (bizi de bütün kötülüklerden muhafaza eyle)
Umum mahlukatından O’na sözleriyle denk gelecek kimse yoktur. (hüküm ancak O’nundur.) Ya İlahena! düşmanlarımızın bize galebe etmesinden ve bize üstünlük sağlayarak hakkımızda şamata yapmalarından sana sığınırız.
Ey Rahmet olarak üzerimize Kuran’ı indiren.. ve bulutları gezdiren.. ve düşman birliklerini hezimete uğratan Rabbimiz! o düşmanlarımızı perişan eyle.. ve onlara karşı bize yardım et.

Amin.

Cenâb-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve onu kaybeden, neyi kazanır?

Hikem-i Atâiye
Duandaki devam ve ısrara rağmen lütuf ve ihsan vaktinin gecikmesi üzülmene ve ümidini kesmene sebep olmasın. Çünkü duaya icabet, nefsin senin için seçtiği vakitte değil, Allah'ın senin için tercih ettiği zamanda tecelli ve tahakkuk edecektir.

Ataullah İskenderî

Gerçekten de öyle. Biz insan olarak sahip olduğumuz akılla Kainatın Yaratıcısı'nın kararlarını asla sorgulayamayız (haşa). "Böyle olsa daha güzel olurdu, şu olmasaydı.."diyemeyiz.
Duada ısrarcı olmak lazım ama "O kadar istediğim halde neden olmuyor?" dememek gerek. Çünkü Allah bizim için en hayırlı olanı bilir.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Salih Memecan'ın karikatürü


Salih Memecan, CHP İstanbul belediye başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun aday olduğu kentle ilgili yaptığı gaflardan (Kağıthane'ye Kağıttepe demek, Gültepe'yi ilçe sanmak, Levent'teki İETT arazisini Taksim'e taşımak gibi... ) esinlenerek bir karikatür çizmiş. Çok da hoş olmuş :)

Sanırım Başbakan'ın Kılıçdaroğlu hakkında "İstanbul'da adres bulamaz." sözüne katılmak gerekiyor :)

( bu akşam da yazasım geldi :) )

deniz

15 Şubat 2009 Pazar

Uçurtma Avcısı

Geçen hafta Khaled Hosseini'nin Uçurtma Avcısı (The Kite Runner) adlı kitabını bitirdim. Ve ağladım.
Beni bu kadar etkileyen bir kitap okuduğum nadirdir. Muhteşem diyebileceğim bir kitaptı. Sadakatin, "Senin için ... yaparım" demenin ne demek olduğunu anlatıyor.

Babasından istediği sevgiyi görememiş bir çocuğun duygu dünyasını tam olarak izleyebiliyorsunuz.

Ve kitabın ana fikri "There is a way to be good again."

Mutlaka ve mutlaka okumanızı önerdiğim bir kitap.
Kitap ayrıca sinemaya da uyarlanmış. Ben henüz izlemedim ama bence kitabı okumadan sinemasını izlemeyin.
Ve eğer bu kitabı benim tavsiyemle okursanız görüşlerinizi benimle de paylaşın.
Benim tavsiyemle okumamış olsanız da paylaşın :)

Gözlerinize sağlık...

deniz

14 Şubat 2009 Cumartesi


Güzeller çoksa da aşk tektir.
Aşk; şirk kabul etmez, tevhittir.
Cemal'in tezahür ettiği ayna, güzelliğin şiddetinden parçalanmış;
her parçaya güzellikten bir pay düşmüştür.
Bundandır şairin sevgiliyi birlerken:
"Suna dedimse sen, Leyla dedimse sensin" deyişi.

Aşktır ki, Gerisi Vesairedir...


Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helâkim zehr–i dermanındadır.
Fuzuli


Sevgili!..
Aşkın şiirini yazmak isterdim sana; sana aşkı şiir ile yazmak isterdim... Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende tanımak isterdim. Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak, Uhud’da dişini avcuma almak isterdim.


Sevgili!..
Şimdi senden uzakta, aşk şudur diyebilsem eğer, son defa kendimi ve ilk defa okuyucumu kandırmış olacağım. Bildim dediğim bir aldanıştır çünkü o, duydum dediğim bir yanıştır.

Şimdi ayın, şın ve kaf’ları çıkardılar elifbe'lerden de sensizliğin mektebinde bir sabra mıhladılar bizi elif’lerle he’lerden. Sensizlikte hasretin hüzzamlarını öğrendik kucak kucak, ve aşkın nihavent saltanatını arar olduk köşe bucak. Bildiğimizi sandıkça yandık da yolunda, yolunda yandığımızı sandıkça bildik sonunda. Aşkın gerçeği değildi bildiğimiz, ama aşkın ateşiydi yandığımız. Artık şüphedeyiz, canları yâre ulaştıran bir sel miydi aşk, şekeri güzele sunup ağuyu kalbe bulaştıran bir el miydi!.. Sana varacak yolların çilesi miydi; tutkular ötesi tutkunun zirvesi, hasretle yanışların sesi miydi!..

Her şey sen olsun şu dünyada ve olmasın sen olmayan dünya da.

İskender Pala
Ve sen yine denendiğinde;
Ve yine kalbin daraldığında;
Ve yine bütün kapılar kapandığında;
Ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde;
Uzun uzun düşün …
Ve hatırla Yaradanını !…
“Allah c.c kuluna kafi değil mi? “

(Zümer Suresi)

11 Şubat 2009 Çarşamba

CÂN VEYA CÂNÂN

Cânân ise matlûb, cândan tamaı kes,
Matlûb ise cân, ümîdi cânândan kes…

(İstediğin cânân ise kendini sevmeyi bırak. Eğer kendini seviyorsan, sevdiğinden ümîdi kes.)

Fuzûlî

2 Şubat 2009 Pazartesi

BİZ SENİ UYANIK BİLİRDİK

İstanbul’da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın, zamanın padişahı Kanunî Sultan Süleyman Han’ın huzûruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirmiş. Bunun üzerine Sultanın karşısına çıkarılmıştı. Yaşlı kadın, evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu söyleyerek, şikâyette bulunur. Bunun üzerine hiddetlenen Kanunî:
- Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu duymadın? deyince, yaşlı kadın:
- Padişahım! Kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyuyorduk, der. Bu cevap üzerine Kanunî utanarak:
- Haklısınız diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından öder.
Dikenden gül bitiren, kışı da bahar hâline döndürür.

Mevlânâ (rh)