25 Mayıs 2009 Pazartesi

HZ. ALİ’NİN (RA) BİR DUÂSI

Yâ İlâhî! Senden, her an, yalvaran diller, korkudan ürperen gönüller istiyoruz. Tevbelerimizi kabûl et. Bizi günahlardan arındır! Duâ ve isteklerimize cevablar lütuf eyle!

Delil ve burhânlarımızı, hedefine yönlendir, kalblerimizin ufkunu aç, dilimizi doğruluğa bağla ve gönül kirlerimizi temizle!

AMİN

23 Mayıs 2009 Cumartesi

``LEYLA ile MECNUN``


Bir bütün idim ben Leylâ ile. Sense Leylâ'yım diyorsun. Sen Leylâ isen eğer, beni yakmaya hayalin yeter, takatim yok sana kavuşmaya. Varlığı olmayan bir zerreye aynadan ne fayda? Canım gideli hayli zamandır, cismimdeki bir başka candır; bir özge candır.
Sensin beni benden ayıran, uzaklaştıran. Ben yokum, senin tecellin var. Vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki. Önceleri sen vardın, şimdi ben yok oldum. Manevi dünyamda dostum daima sensin. Dış görünüşe değer verme bahsi ortadan kalktı artık. Gönül çok önceleri sana koştu, canım seninle gitti. Şimdiki canım Leylâ'ya değil, Mevlâ'ya yönelik. Bir'lik yolunda seninle olamam, yanarım.


Şimdi, gözümün nuru, gönlümün aydınlığı!..
Ben maskaralığa nam salmışım, bari sen bu yola girme. İçinden çıkma namus perdesinin. Mecnun olan benim; bana yaraşır delilik, kınanmışlık.
Şimdi git aşk töresini, aşıklık geleneğini, maşuk gidişatını bozma.
Git şimdi , Ey Vefalı! Açtırma kötü söz arayanların dudaklarını; sakız verme dedikodu arayanların ağızlarına. Beni aramaya çıktığını aleme bildirip deliliğine ferman yazdırma.
Kimse seni burda görmeden git. Ben ki varım; sen içimdesin, bunu bil!..


Leyla ile Mecnun'dan İskender Pala





Emirgan Korusu'ndaki ördeklerden bir tanesi :)

22 Mayıs 2009 Cuma


Mum ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hal alır. Ağaç dalı da ağlayan bulutun bereketi ve güneşin hararetiyle yeşerir, tazelenir. Yani bir meyvenin yetişmesi için hararet ve su gerekir. Tıpkı bunlar gibi tevbelerin kabulü için de bulut ve şimşek, yani gözyaşı ve gönül yanışı ister. 
(Hz. Mevlâna)

Allah tevbesi kabul edilenlerden eylesin. Bereketli cumalar...

19 Mayıs 2009 Salı

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyecegine karar verir.

Bütün komşuları yardıma çağırır.

Her biri, birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu farkedince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.

Birkaç kürek toprak daha attiktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş birşey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.

Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerimize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.

Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.

Silkelenin ve biraz yukarıya çıkın.

Alıntı

18 Mayıs 2009 Pazartesi

MERAK ETTİNİZ Mİ?

Biberden ağzımız yandığında çoğumuz hemen su içeriz ama pek bir işe yaramadığını görürüz. Peki, nasıl oluyor da biberin yakıcı te’sîrini su gideremiyor. Çünkü yağ ve su kesinlikle birbirine karışmaz. Yani su yağı çözemez. Biberin yakıcılık veren maddesi yağlı bir madde olduğu için, ne kadar su içerseniz için onunla birleşmez. En iyi metot ekmek yemektir. Ekmek bu yağı emer ve mideye taşır. Bir diğer etkili yol da süt içmektir. Çünkü sütün içindeki kazein maddesi bir deterjan görevi yapar ve biberin yağıyla karışarak ağzı temizler.

TAHRÎBÂT VE TA’MÎRÂT

Mevlânâ şöyle güzel bir misal verir: “10 kg. sirke içerisine 10 gr. bal karıştırıp tarttığımız zaman, hassâs bir tartıda 10 gr. fazlalık görülür. Fakat ekmeğimizi batırıp yediğimiz zaman bal tadını hissedemeyiz” der.

Evet doğrudur. Bizim bir insana kısa bir zamanda anlattığımız İslâmî, îmânî hakîkatler 10 gr. bal gibidir. İnsanın İslâm’ı yaşamayan çevresinden dâimî bir şekilde ma’rûz kaldığı etkilenme ise 10 kg. sirke gibidir. Çevrenin olumsuz te’sîri bu güzel te’sîri yok etmese de yok hükmüne getirebilir. Bunun için, kendisini düzeltmek isteyen birisinin yapacağı ilk iş, arkadaş çevresini değiştirmek ve nasıl birisi olmak istiyorsa o tarz insanlarla arkadaşlık etmek olmalıdır.

14 Mayıs 2009 Perşembe


Lâ Tahzen/Üzülme:

Karalanmış tahtaya yazı yazılmaz. Bil ki, Allah'ın bela vermesi ve seni ağlatması, rahmet yazısı yazmak için gönül tahtanı temizlemesidir.


Lâ Tahzen/Üzülme:

Korku, açlık, mal azlığı ve hastalık; can hazinesinin ortaya çıkması içindir.


Lâ Tahzen/Üzülme:

Yunus balık karnında pişti. Yunus tesbihle karaya çıktı. Sabretmek canın tesbihidir. Sabır, sırattır, geçerken sızlanma; nasıl olsa yolun cennete çıkacak.


Lâ Tahzen/Üzülme:

Dert; Allah'ı gizlice anmana vesile olacaksa tüm dünya malından yeğdir. Dertsiz dua soğuktur. Dertli dua gönülden, aşktan gelir. Sabır; sıkıntıların anahtarıdır.


Lâ Tahzen/Üzülme:

Allah bizimle beraberdir.


Hayırlı cumalar.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

HZ. ÖMER'İN (RA) DUASI

Yâ İlâhî! Gizlediğim şeyleri açığa çıkardıklarımdan daha hayırlı kıl. Açığa çıkardıklarımı da güzel kıl.

Yâ İlâhî! Katılığımı yumuşat, cimriliğimi cömertliğe çevir, zaafıma kuvvet ihsân buyur.

Yâ İlâhî! Yaşım bir hayli ilerledi, kuvvetim tükendi, yardımcılarım da dağıldı. İfrât ve tefrîte girmeden, kulluk vazifemi ihmal etmeden ruhumu al!

Yâ İlâhî! Gaflet içindeyken canımı almandan, beni gaflette bırakmandan be gâfillerden olmaktan sana sığınırım.

Yâ İlâhî! Emrinde bizleri sâbit-i kadem(ayağımızı sâbit) kıl ve bizi koru.

AMİN

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Bülbül ile Bağban

Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu, sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.

Bir sabah ne görsün!.. Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu:

- A insafsız adam!.. Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!.. Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle, neden bu kafesi bana reva gördün?

Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti:

- Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?.. Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!..

Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:
- Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.

Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu:

- Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin?

- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun kazaya karşı kördür.



İskender Pala'nın bir makalesinden...

8 Mayıs 2009 Cuma


Gönül ki Allah'ın evidir, aşkın her çeşidine itibar eder. Bütün milimetrekarelerinde aynı sevgili olmayan bir gönül aşkı bilir mi acep?!.. Bir kuru yakınlaşmayı, ilgiyi, arzuyu aşk sanarak yaşanılan ömür adına va veylâ ve va esefa. Bir Cemâl'e kul, bir Ahmed'e köle, bir Leylâ'ya deli ve bir ışığa pervane olmayanın aşkı mı vardır, ya aklı mı vardır ki!..


Rabbim hepimize böyle aşk versin. Cumanız hayır olsun.



4 Mayıs 2009 Pazartesi

Emirganımm


Boğazın incisi, gözbebeği Emirgan'dan...

SAMÎMİYETİN BEDELİ

Kâşiflerden biri yolunu kaybetmişti. Gideceği yere varamıyordu. Dolaştıkça cesâretini kaybediyor, ne yapacağını bilemiyordu. Biraz dinlenmek için oturdu. Etrâfına baktığında büyük bir uçurumun dibinde küçük, yabânî bir çiçek dikkatini çekti. Ne kadar güzel bir çiçekti! Bir an için açlık ve yorgunluğunu unuttu. Çiçeği düşündükçe onu yaratan Allah’ı hatırladı. Sonra;

“Böyle bir yerde bu çiçeğin ihtiyacını gören bir Yaratıcı şübhesiz beni de görür, benim ihtiyacımı da giderir!” diye tefekküre başladı. Olduğu yerde diz çöküp bütün kalbiyle duâ etti.

Sonra da yeni bir kuvvetle yola koyuldu. Az zaman yine yolu bulamamış hâlde yürüdükten sonra, çalılığın kenarında bir keçi yolu farkedip o yolu ta‘kîb ederek gideceği yere vardı.

Ümit; hayatın kaynağıdır. Bizi Yaradan, koruyup gözetmektedir de aynı zamanda. Yeter ki O'na sığınmasını bilelim, O'ndan yana ümidimizi kaybetmeyelim.