23 Mart 2009 Pazartesi
MECNUN VE DERVİŞ
'Kusura bakma derviş baba, ben Leyla'nın aşkından seni göremedim. Ya sen, huzurunda bulunduğun Mevla'nın aşkından beni nasıl gördün?'
Yaptığımız ibadetlerin içini doldurabilmek duasıyla...
19 Mart 2009 Perşembe
16 Mart 2009 Pazartesi
Kimsesiz kaldım yetiş ey Kimsesizler Kimsesi.
Ruşenî
15 Mart 2009 Pazar
Derd çok, hem-derd yok, düşman kavi, tali zebun.
(Dost pervasız, felek acımasız, dünya karışık.
Dert çok, derdi paylaşacak yok, düşman güçlü, talih ise güçsüz)
Fuzuli
13 Mart 2009 Cuma
DİNÎ DEYİMLER VE TERİMLER
- Azze ve Celle-: Aziz ve Celil olan Allah, her türlü saygıya lâyık yüce Allah.
- Celle celâluh-: Büyüklüğüne sınır olmayan.
- Celle şânuh-: Şanı yüce olan.
- Celle zikruh-: Kendinden bahsetmek şeref olan.
- Subhânehû-: Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ile tesbih ederim.
- Teâlâ-: Yüce olan, yücelikte dengi bulunmayan.
- Zül celâl-: Celâl sahibi, azametli, büyük.
- Zül kemal-: Kemal sahibi, en mükemmel.
12 Mart 2009 Perşembe
Lâ tahzen...
Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki. Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi. Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut tarlasısın.
Üzülme!
Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki, üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa, sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir.
Üzülme!
Yüzün yerde geziyorsan, ellerin boynuna sarılı ise, içini ısıtacak haberlerin mürekkebi damlıyor olmalı ömrünün defterine. Kar yağıyorsa güvendiğin dağlara, yarının ovalarında rengârenk çiçeklerin olacak demektir. Hırçın fırtınalar sarsıyorsa sevinçlerinin zirvesini, rüzgârlar dövüyorsa umudunun yamaçlarını, bir yüce dağsın sen demek ki, az bekle, eteğinden serin pınarlar akmaya başlayacak demek ki...
Üzülme!
Üzülüyorsan, şımaramazsın. Kibrin kirli tuzağına düşemezsin. Kendini beğenmişliğin çamuruna dolaşmaz ayakların. Uzak geçersin isyanlı yollardan. Heveslerinin ardı sıra düşüp nisyan uçurumlarının başına sürüklenmezsin. Seni Biri yakınlığına çağırıyor demek ki... Gözden çıkarmamış olmalı seni.
Üzülme!
Üzülüyorsan, bir kutlu teselli kapısının önünde bekletiliyorsun demektir. Gözlerini kaldır vefasız dünyanın eşiğinden. Gönlünün elinden çıkar sebeplerin boş avuntularını. Umudunu kes sahte doymalardan. Yüreğini küstür coşkulardan. Kapı açıldı açılıyor demektir.
Üzülme!
Üzülüyorsan, kaybedeceğin bir şeyler var demek ki... Kaybedeceği bir şeyi olanlar çoktan kazanmışlardır. Eline geçmeyenleri saymakla tüketme nefesini, elindekileri saymaya başla. Hepsini saysan bile, nefesini saymaya nefesin yetmeyecek demektir. Bak işte zenginsin.
Üzülme!
Seni bir "İşiten" var. Seni senin kendini bile sevmenden önce O sevdi seni. Senin kendini bile bilmediğin unutuş kuyularından çekip çıkardı seni. Çektiğin acılara habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına O yetişiyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kâğıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor. Seni herkesten çok anlıyor, seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor. Gözyaşlarınla imzalayasın istiyor yakarışlarını. Bir ebedî çerçevenin içinde, gösterişsiz bir kullukla fotoğraflamak istiyor seni. Dağılıp giden ömür kırıntılarının arasından sıcacık bir kardelen ümidi devşiresin istiyor. Keyfinin çatlak kabuklarının arasından sonsuz teselli pınarları akıtmak istiyor.
Üzülme!
Varlığının tenine çiziktir her hüzün. Varlığından haber verir üzüntün. Hatırlar mısın, bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey bile değildin? Hiç umursanmadan çöpe atılabilecek kirli bir su iken sen, yüzüne bir tek O baktı. Kimselerin arayıp sormadığı, önemseyip adını bir kenara yazmadığı o günlerde, senin adını ilk O andı. Hatırını bildi. Seni yanına aldı. Hep yanında oldu. Sen seni unutup da başını yastığa koyduğunda bile, seni her defasında sabaha çıkardı. Sen Onu defalarca unuttun ama O seni asla unutmadı.
Üzülme!
O'nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı. Sürüldü. Yaralandı. Aç susuz kaldı. Yuvasına uzaktan gözleri yaşlar içinde baktı. Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı. Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı: "Lâ tahzen, innAllahe meânâ."
Üzülme!
Kaldır yüzünü yerden. Omuzlarından sarsıp kendine getirmek istiyor seni Sevgili. "Rabbin sana küsmedi ki..." Gözlerinin içine içine bak sevdiklerinin. "Rabbin seni unutup yalnız bırakmadı ki..."
Senai Demirci
(http://www.senaidemirci.net/yazilar.php?kategori=1 adresinden alıntıdır)
Can yatar gâfil, hanesi oldu harâb bî-haber!
Niyazî-i Mısrî
10 Mart 2009 Salı
BALONCU
kul da Mevlâ aşkıyla yanmalı ki günahları dökülsün tek tek ve Mevlâ'ya yaklaşsın...
deniz
9 Mart 2009 Pazartesi
SU YERİNDE OL
"Allah insanları iki çeşit yaratmıştır. Biri toprak gibi ağırdır. Hareketi mümkün değildir. Diğeri su gibi latiftir. Daima bir meyilden aşağı akar. Toprağa karışır. Orası bir gül bahçesi haline gelir. Gül fidanları, meyveli ağaçlar, ve çiçekler hasıl olur. Ama su toprağa akmazsa bunlar olmaz. Şimdi kardeşin toprak gibi yaptı, yerinden kımıldamadı. Ve barışmaya razı olmadı. Su yerinde sen ol! Onun önüne ak. Sulh ile tevazu göster. En büyük ecri sen kazanırsın."
Sonra her iki kardeş de Hz. Mevlâna'nın önünde hürmetle eğilir ve barışırlar.
8 Mart 2009 Pazar
Dudaklar ardında saklı
Amînlerimiz vardır!
Hacdan döner gibi gel
Mi’rac’dan iner gibi gel
Bekliyoruz yıllardır!
7 Mart 2009 Cumartesi
Güllerin Efendisi
Gel ey, yüzüne üzgünlerin üzüntüsünü dağıtmak yaraşan!..
Gel ey, âteş-i aşkına yanmak için âşıkları birbiriyle yarışan!..
Gel ey, konuşurken dudaklarına tebessümler karışan...
Gel ey, yüzüne üzgünlerin üzüntüsünü dağıtmak yaraşan!..
Gel ey, âteş-i aşkına yanmak için âşıkları birbiriyle yarışan!..
Gel ey, konuşurken dudaklarına tebessümler karışan...
Gel ey, yüzüne üzgünlerin üzüntüsünü dağıtmak yaraşan!..
Gel ey, âteş-i aşkına yanmak için âşıkları birbiriyle yarışan!..
Gel ey!.. Önce kendine çektin, sonra mugaylan dolu beyabanlarda dermansız koyup bizi bir başımıza gittin dönmemek üzere.
Ve dudağının dokunduğu çeşmeler de gitti.
Gittin ve vecd ile kendinden geçen zamanlar,
Sensizlik bunalımlarının gelgitleriyle kör kuyulara gömüldü.
Gittin ve tenha elvedalarda düğümlendi sevinçlerimiz;
Durmuş çarklara sıkışıp kaldı çığlıklarımız.
Sen gidince yanlış hesaplarında önce pazarlar kurduk köhne dünyanın,
Sonra köhne hesaplarıyla mezada çıkarıp aşklarımızı dünyalıklara sattık.
Gittin de savrulan umutlarımızı ektik yollarına;
Sabrımızın gözlerine çekilen milleri çelik masıyetlerle mıhladık.
Gerilmiş yaylarımız kepade düştü hoyrat ellerde,
Uykulu oyunlarda şahlarımız mat oldu; ve bileyli kılıçlarımız pas tuttu karanlık kınlarında.
Ak kor olduk...
Nemrudî alevlere soktular başlarımızı, hakikat, ak kor olduk...
Vurdular durmadan dinlenmeden...
Örslere konuldu başlarımız, hakikat vurdular dinlenmeden durmadan.
Ağlattılar ağladıkça biz...
Çeliğe su verelim diye ağladıkça ağlattılar bizi...
Heyhât! Tutturamadık kıvamını suyun, isabet ettiremedik gözyaşlarımızın damlalarını çeliğe ve ilk çalışta kırıldı kılıçlarımız kara keçelere.
Yenildik, yorulduk, yığılıp kaldık çıkmaz sokaklarda.
Bütün sorularımızın cevapları cevapsız kaldı; bütün hayallerimizin hayali hayal oldu.
Tel tel arzulara mahkûm edildi nefislerimiz ve ruhlarımız tül tül alevlerde yandı.
Gizemli bilinmezliklerimizin iksirlerini gizli dünyalara gizlediler bizden.
Gel ey!..
Hani dostların vardı, kimi aşk okuyan Kitaplar Kitabı'ndan; kimi ilham dokuyan hitaplar hitabından.
Kimine köşkler düşmüştü cennetten, kimi cennette köşklere düştüydü hani.
Kiminin ateşlerine rengi düşerdi gülün de; kimi güllere rengini düşürürdü ateşin.
Kimine yıldızlar düşerdi göklerden, kiminin yıldızına düşerdi gökler ya...
Hani sen "Yıldızlarım," demiştin, "hangisine uyarsanız doğru yola ulaşacağınız yıldızlarım!.."
Sen gittin efendim ve hasretin yıldızlarını da çekti senden yana.
Şimdi kim varsa yıldızlaşmaya yüz tutan, gökleri üzerine kapatıyor ehremenler.
Bizler yanıyoruz, yanmamakta direniyor gökte yıldızlarımız...
Güllerimiz küle durmakta yokluğunda, sultanlarımız kula dönmekte...
Gel ey!..
Ayrılığında çoğalan alevleriyle arınalım aşkının; yanalım yandıkça ve yandıkça yanalım.
Aşk yüzünden elbisesi yırtılan da,
Hak uğruna gözlerini kurutan da seni arzulamakta şimdi.
Bizi kendine madem yine sensin bağlayan ve ayrılığının derdine yine sensin ayrılıkla derman olan,
O hâlde gülümse bize efendim, bize gülümse.
"Allah onları sever; onlar da Allah'ı sever" sırrına ermekte rehberimiz ol, tut günahkâr ellerimizden; günahkâr ellerimizden tut.
Sen ey!..
Gelsen hayallerimize bir kez...
Ve üzerine sepet sepet güller döksek biz.
Gelsen düşüncelerimize bir an...
Ve baharları sersek ayağına çiçek çiçek, mevsim mevsim, ıtır ıtır...
Dolunaylar yerine doğsan dünyamıza bir vakit...
Ve zatını gündüz değilse, hayalini gece göstersen bizlere.
Girsen ansızın düşlerimize, şefkat parmaklarınla okşasan başımızı ışık ışık...
Ve ışığına düşsek pervaneler gibi; pervaneler gibi ışığına düşsek.
Gel efendim...
Bir kez doğ içimize de isterse kaybolsun dolunaylar, güneşler...
Gir gözümüze de bir nefes, isterse silinsin tûtyâlar, sürmeler...
İlham olup ak gönlümüze bir anda, isterse yitirilsin uçtan uca naatler ve gazeller,
Beyitler ve dizeler uçtan uca yitirilsin isterse...
Gel efendim...
Dostluğuna muhtacız; umutsuz ve çaresiz bırakma çaresizlerini.
Gel yeter ki, hakkımızda verilecek her hükme razı olalım.
Gel ey, bitir bitmeyen hasretini içimizde!
Gel ey, onsuz mutluluk bulamadığımız!..
Gel ey, kendisine layık olamadığımız!..
Gel benim efendim, bir kez olsun dokun yüreğime, yüreğime dokun bir kez olsun...
Yüreğim kanıyor efendim, kanıyor yüreğim!..
Çığlık çığlığa beşeriyet, çiğnenmiş reyhanlar misali hep seni arıyor.
Uyandır zindanlara koyduğumuz Yusufî sevdalarımızı efendim.
Uyandır bahtını üftadelerinin...
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtın uyanmaz mı?
İskender Pala
Üsküdar, balıkçılar ve deniz...
6 Mart 2009 Cuma
.jpg)
5 Mart 2009 Perşembe
VAKİT TAMAM! HİÇBİR YERE KAÇAMAZSIN!
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana...
Adam telaş içinde:
- Bu sabah karşıma Azrail (a.s.) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen yanımdan uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı!, der. Bunun üzerine Hz. Süleyman adama:
- Peki sen şimdi benden ne yapmamı istiyorsun?, deyince adam yalvarmaya başlar:
-Ey canları koruyan büyük varlık, mazlumların sığınağı! Sen Allah'ın izniyle bir çok şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emretsen de beni buradan tâ Hindistan'a iletse. O zaman Azrail (a.s.) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum.
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve "Bu adamı hemen al, Hindistan'a bırak" diye emreder. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'a götürür. Öğle vaktine doğru Süleyman (a.s.) dîvanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, dîvanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır.
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adam neden öyle hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?, der. Azrail (a.s.) cevap verir.
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben o adama öfkeyle, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (c.c.) bana emretmişti ki:
"Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al." Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu, nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.
Ölümden kaçış yok. Madem kaçamıyoruz en azından o anı güzelleştirmek için çalışalım.
Allah-ü Teala hayırlı ölüm nasip etsin.
Allah Dostlarından
-Senin için Allah'ın dediğinden başka bir şeyin olmasından mı korkuyorsun, diye sordu.
Adam; Hayır, diye karşılık verince Fudayl:
"Öyleyse niye üzlüyorsun? Dünya insanı kendisine kul yapmadıkça veya insan dünyaya kul olmadıkça yol kolaydır." dedi.
Öylesine bir foto
E öylesi de bu kadar oluyor :)
4 Mart 2009 Çarşamba
La-Tahzen / Üzülme

Karalanmış tahtaya yazı yazılmaz. Bil ki, Allah'ın bela vermesi ve seni ağlatması rahmet yazısı yazmak için gönül tahtanı temizlemesidir.
La-Tahzen / Üzülme
Yunus balık karnında pişti. Yunus tesbihle karaya çıktı. Sabretmek canın tesbihidir. Sabır sırattır, geçerken sızlanma, nasıl olsa yolun cennete çıkacak.
La-Tahzen / Üzülme
Dert; Allah'ı gizlice anmana vesile olacaksa tüm dünya malından yeğdir. Dertsiz dua soğuktur. Dertli dua gönülden, aşktan gelir. Sabır; sıkıntıların anahtarıdır.
La - Tahzen / Üzülme
Allah bizimle beraberdir.
Bunu okuduğumda o kadar rahatladım ki... Rabbimizin rahmetini, merhametini hissetmek kadar güzel ne olabilir ki dünyada? Ve O'nun sevgisini kazanmaktan daha yüce bir amaç var mıdır?
Son nefesimizi O'nun razı olduğu ve sevdiği kullar olduğumuzu bilerek verebilmek duasıyla... En Emin'e, en Rahman'a emanet olun...
deniz
Ey Rabbimiz!

3 Mart 2009 Salı
Suyun Hikayesi

Gelin suyun hikâyesine kulak verelim. Suyun sesinden kendi hakikatimizi seyredelim.
Bir su damlasıydık, insan olduk. Varlığımıza toprak gibi katılan suyu dinleyelim!
Berrak bir ayna olup âlemi içine alacak bir görüş olmak istiyorsak, suyu dinleyelim!
Kurumuş, kokuşmuş ruhlara can sunmak istiyorsak, suyu dinleyelim!
Gelin Mevlânâ’nın sesinden, suyun sadâsını dinleyelim! Onun mâcerasıyla yüce gönüllülerin sırrına erelim:
“Su yeryüzünü gezer dolaşır. Kirleri temizler, muhtaçları ve yetimleri besler, susuzluktan kuruyup kalmış olan susuzlara hayat bahşeder.
İşte, suyun mâcerasının dile gelişi gibi…
(Alıntı)